Hakimler ve Savcılar Derneği Röportajı – Hukukbook

Sunuş

Hakimler ve Savcılar Derneği (HAKSAV), Hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının ekonomik, sosyal ve özlük haklarının iyileştirilmesi amacıyla 2023 yılı, Eylül ayında kuruldu. Derneğin Yönetim Kurulu Başkanı Yargıç Mustafa Polat. Yönetim Kurulu üyeleri Hasan Karaman, Erdoğan Atar, Kazım Yiğit ve Osman Şilen’den oluşyor. Denetim Kurulunda, Abdülsamet Şahin, Cesim Çağın ve Saffet Songül; Disiplin Kurulunda ise Reşat Bayraktar, Erkan Çetinkaya ve Hilmi Soylu bulunuyor. Ayrıca derneğin, Hukuk Grubu, Yayın Grubu, Uluslararası İlişkiler Grubu, Mevzuat Grubu, Basın ve Halkla İlişkiler Grubu, Katılımcılar Grubu, Dezenformasyonla Mücadele Grubu bulunuyor. Bazı adliyelerde temsilcilikleri de var. Yargı camiasında kurulu az sayıdaki dernekten biri olan HAKSAV’ın kuruluş amacı, hedefleri ve çalışmaları, yargı sisteminin ve yargı mensuplarının sorunları, yargı bağımsızlığı, yargı etiği, liyakat, iş yükü, yargıya güven, yargı bağımsızlığı-tarafsızlığı; yasa koyucudan, yürütmeden, avukatlardan ve halktan beklentiler ile güncel yargı sorunlarının da konuşulduğu röportajın hukuk dünyasına ve adalet arayışına faydalı olmasını dileriz. Hukukbook adına editör İbrahim Aycan tarafından sorulan sorulara içtenlikle yanıt veren HAKSAV Başkanı Yargıç Mustafa Polat, 1982 yılında Erzurum’da dünyaya geldi. Ortaokul ve liseyi Erzurum’da bitirdi. 2008 yılında Doğu Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. 2010 yılında Avukat olarak meslek yaşamına başladı. Avukatlık döneminde kamuoyunda 28 Şubat davası olarak bilinen davada hem mağdur hem mağdur vekili olarak görev aldı. 2016 yılında İdari Yargıç olarak atandı. Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması başlıklı çalışması ile 2018 yılında Kastamonu Üniversitesinden yüksek lisans derecesi elde etti. Sırasıyla Kastamonu, Batman İdare Mahkemelerinde görev aldı. Halen Aydın İdare Mahkemesinde görevini sürdürmektedir. İngilizce bilen ve aslen Erzurumlu olan Polat, evli ve iki çocuk babasıdır.

Hukukbook: Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Şunu sorarak başlamak isteriz, HAKSAV neden kuruldu? Derneğin ortaya çıkması için nasıl bir ihtiyaç hissettiniz, mevcut dernekler bu ihtiyacı karşılayamıyor mu? Hukuk kamuoyu ve yurttaşlar sizi tanımak istiyor, vizyonunuzu, misyonunuzu ve hedeflerinizi tanımlar mısınız?

HAKSAV Başkanı Mustafa POLAT: Öncelikle buradaki görüşler dernek üyelerimizi bağlamamaktadır. Buradaki görüşler dernek başkanı olarak yaptığım gözlemlere dayalıdır ve sadece beni bağlamaktadır.

Derneğin amacı dernek tüzüğümüzün ön sözünde de belirtildiği gibi; hâkim ve savcıların ekonomik, sosyal ve özlük haklarının iyileştirilmesinden ibarettir. Siyasi veya ideolojik hiçbir amacımız yoktur. Bu tarz görüşlere sahip olan ve bu görüşlerini dernek işlerine alet eden veya derneği bu amaçla kullanan dernek yöneticileri dernekten uzaklaştırılmaktadır. Dernek ayrıca meslektaşlarımıza hukuki koruma sağlamaktadır. Üyelik alımlarında sadece aktif görevde bulunan hâkim ve savcılar üyeliğe kabul edilmektedir. Derneğin tüm faaliyetleri ve aldığı kararlar kamuoyuna açık olup İnternet sitemiz olan www.haksav.org.tr adresinde yayımlanmaktadır.

Tüzüğümüzün 18.6 maddesine göre ”Her üye, dernek organlarına elektronik iletişim araçlarıyla başvurarak dernek yönetimi ve dernekçe yürütülecek çalışmalar hakkında görüş ve önerilerini bildirme hakkına sahiptir.” düzenlemesi yer almakta olup, 36.2.5 maddesinde ”Tüm dernek üyelerini ilgilendiren konularda alınacak kararlar için uygun iletişim araçlarıyla üyelerin görüşünü almak.” yönetim kurulunun görevleri arasında sayılmıştır.

Görüldüğü üzere tüzüğümüzün de bir gereği olarak ziyaretler, basın açıklamaları dâhil Dernek adına yapılacak her türlü iş ve işlemler, tüm üyelerimizin katıldığı anketler sonucunda yapılabilmektedir. Derneği üyeler yönetmektedir. Yani Dernek yönetimi sıradan işler haricinde tüm kararlarını dernek üyelerine danışarak almaktadır.

Derneğimiz genel kurul dâhil tüm toplantılarını İnternet üzerinden yapmaktadır. Bu sayede Dernek hızlı karar alarak etkin bir şekilde faaliyetlerini sürdürmektedir.

Hukukbook: Kaç üyeniz var, insan kaynağını ve üyelerinizi nasıl buluyorsunuz? Örgütlenme biçiminiz nasıl? Üyelik talebi yüksek mi?

Polat: Üyelerimiz hâkim ve savcılardan oluşmakta olup, üyelik başvuruları İnternet üzerinden yapılıyor. Şuan yeni bir dernek olmamıza rağmen üye sayımız oldukça fazla. Bunlar arasında üst düzey unvanlı görevlerde bulunan meslektaşlarımız da var. Yakın zamanda genel kurulumuzu internet üzerinden bir saat gibi kısa bir sürede tamamladık ve 3 yıl daha devam etme kararı aldık. Üye sayımız oldukça hızlı ilerliyor. Üye sayımız ATGV zammına dava açtığımızda arttı, müfettiş hal kâğıdına dava açtığımızda arttı. Kısaca hâkim ve savcı haklarıyla ilgili yaptığımız her faaliyette bu sayı arttı.

Tabi üye sayısının artmasında üyelerimizin Dernek yönetimine doğrudan katılabilmesinin payı da var. Biz her şeyi anketle üyelerimize soruyoruz. Üyelerimize hukuki koruma sağlıyoruz. Meslektaşlarımızı sosyal, işitsel ve görsel medyada lince karşı koruyoruz. Disiplin cezası alanlara ya da soruşturması bulunanlara yardımcı oluyoruz.

Ayrıca sosyal medya olsun, whatsapp grupları olsun 15-20.000 hâkim ve savcıya ulaşma imkânımız bulunmakta. Tabi bunun çok faydası oluyor. Örneğin aşağıda ayrıntısına değineceğimiz Yargıda Liyakatin Arttırılması Projesi meslektaşlarımızın çoğunluğunun görüşü doğrultusunda hazırlandı.

Hukukbook: Yönetim Kurulu ve diğer kurullarınıza baktığımızda hiç kadın yönetici yok. Bu bir tesadüf mü? Kadın üye oranınız yönetime yansımadı mı?

Polat: Biz kadın erkek ayırt etmeksizin tüm üyelerimize yöneticilik görevi teklif ettik. Yöneticileri kabul edenler arasından seçtik. Bayan meslektaşlarımızdan kabul eden olmadı. Bunun nedeni bayan meslektaşlarımızın mesai dışında ev işlerinden, çocuk bakımından ekstra işe zaman bulamamaları. Toplumumuzdaki ataerkil yapıyı ne yazık ki daha henüz yıkabilmiş değiliz. Anayasa Mahkemesince daha yeni bayanın evlilikte kendi soyadını kullanabileceğine ilişkin karar verildi. Umarım bir gün toplumda ki bu tabu tamamen yıkılır ve ev işlerini bayan erkek herkes eşit bir şekilde yapar. Sadece ev işleri açısından değil her açıdan tam eşitlik olur.

Hukukbook: Benzer uluslararası yargı derneklerinin ya da kuruluşlarının misyonu ile karşılaştırıldığında sizinle benzer şekilde faaliyet gösteren dernekler var mı? Derneğinizin kuruluşuna ilham kaynağı olan bir sivil toplum örgütü var mı? Kapanan derneklerden ortaya çıkan eksikliği hissettiğiniz için mi yoksa mevcut dernek ve sendikalar yetersiz kaldığı için mi kuruldunuz?

Polat: Mevcut dernek ve sendikalar klasik bir yapıya sahip. Toplantılarını bir araya gelerek fiziki olarak yapıyorlar. Bu nedenle yönetim olarak tüm Türkiye’ye yayılamıyorlar. Genel kurula katılım az oluyor. Zira örneğin Diyarbakır’da bulunan bir meslektaşımızın Ankara’da yapılacak toplantıya katılması mümkün değil. Dolayısıyla yöneticilerin hepsi Ankara’da ikamet etmek zorunda. Genel kurul toplantıları içinde Türkiye’nin diğer şehirlerinde bulunanların Ankara’ya gelmesi gerekiyor. Oysa biz tüm toplantılarımızı ve kararlarımızı İçişleri Bakanlığının anlaşmalı kurumları aracılığıyla İnternet üzerinden yapıyoruz. Bu açıdan Türkiye’de bu tarz bir yapıya sahip olan bir kaç dernekten biriyiz. Dolayısıyla genel kurul toplantısını bile 1 saatte tamamladık. Toplantıya Türkiye’nin her yerinden meslektaşlarımız katıldı. Yöneticilerimizin tamamı farklı şehirlerde. Yönetim kurulu toplantılarını daha kısa sürede tamamlıyoruz. Ayrıca basın açıklamaları, suç duyuruları ve neredeyse tüm faaliyetlerimizi anket yaparak üyelerimize danıştıktan sonra gerçekleştiriyoruz. Biz derneğimizde tam olarak doğrudan demokrasiyi uyguluyoruz. Derneği dernek üyelerimiz yönetiyor. Bu bakımdan sadece hâkim ve savcı dernek-sendikalarından değil tüm derneklerden ve sendikalardan ayrışıyoruz. Türkiye’de bizden başka hem İnternet üzerinden örgütlenen hem tam doğrudan demokrasiyi uygulayan başka bir dernek veya sendika olduğunu sanmıyorum.

Hukukbook: Sizden önce kurulan dernek ve sendikaların daha önce ilgilenmediği alanlarda öne çıktınız. Mevcut diğer kuruluşlardan farkınızı açıklar mısınız.

Polat: Farkımız bizim tek amacımızın sadece ve sadece hâkim ve savcı haklarından ibaret olması. Siyasi hiçbir amaç ve misyonumuz bulunmamakta. Sadece mesleğimizi daha iyi noktalara getirebilme amacında olduğumuz için meslek büyüklerimizin de takdirini kazandık. Diğer dernek ve sendikalar da benzer amaçlara sahip ancak biz her konuda anket yapıp üyelerimize danışıyoruz. Üyelerimizde anket yaptırabiliyorlar. Üyeler Dernek yönetimine doğrudan katılıyorlar. Ayrıca sürekli faaliyet halindeyiz. Her gün yeni bir fikir, yeni bir iyileştirme üzerinde çalışıyoruz. Üyeler tarafından yönetilen bir dernek olmamız yönüyle diğer derneklerden ayrışıyoruz. Diğer bir farkımız yukarıda açıkladığım gibi toplantılarımızı İnternet üzerinden yapıyoruz.

Hukukbook: CEPEJ, CCJE, CCPE, Venedik Komisyonu gibi kuruluşlarla temasınız var mı? Bu kurumların müktesebatı HSK tarafından da benimseniyor. Bu ve benzeri kurumlara akredite olmayı düşünüyor musunuz? Böyle bir idealiniz var mı?

Polat: Tabi ki var hatta genel kurulda bu kurumlara üye olabilmek için yönetim kuruluna yetki verdik. İlk fırsatta bu kurumlarla iletişime geçeceğiz.

Hukukbook: Yargı sistemini hiç bilmeyen kişileri bilgilendirebilmek için, derneğiniz ile HSK’nın farkını açıklar mısınız?

Polat: HSK resmi bir kurum olup biz bir sivil toplum kuruluşuyuz. Tabi kafamıza takılan bir şey olduğunda mutlaka HSK’ya danışıyoruz. Sonuçta HSK’da hâkim ve savcı haklarını gözeten bir kurum. Sadece bazı noktalarda görüş farklılıklarımız olabiliyor. O da şundan kaynaklanıyor; örneğin bir hâkim veya savcı HSK’ya şikayet edildiğinde HSK hâkim veya savcı haklı da olsa açıklama yapamaz. Çünkü tarafsız olmak zorunda. Sonuçta hâkimin hukuki durumunu değerlendirecek. Keza Adalet Bakanlığı da öyle. Ancak böyle bir durumda biz açıklama yapabiliyoruz. Meslektaşımızı savunabiliyoruz. Sonuçta dernek olarak mesleki dayanışma ve yardımlaşma platformuyuz. Zaten her derneğin kuruluş amacında üyesini savunmak vardır. Ancak mesela çok bariz, ağır ve açık bir hata yapan meslektaşımız adına da üyemiz dahi olsa basın açıklaması yapmayız. Ancak yine hukuki destek sağlarız.

Hukukbook: Derneğinizin yaptığı ilk faaliyetler yargıç ve savcıların maddi açıdan iyileştirilmesini öncelediğiniz algısını oluşturdu. Yargıç ve savcıların maaşları ve sosyal hakları yetersiz mi? Kamu personelinde statü benzerliği olan mesleklerle kıyaslayarak cevap verebilir misiniz?

Polat: Maaşlar yetersiz değil aslında. Hayat pahalı. Örneğin bize %50 zam yapılıyorsa çarşıdaki, pazardaki ürüne %70 zam yapılıyor. Bunu yapanlar herkesçe bilinen fırsatçılar. Tabi ekonomi de kötü. Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin savaşı var. Savaşlar bitmediği, fırsatçıların önüne geçilemediği, ekonomi düzeltilemediği için bizim maaşlarımız eriyor. Savaşlar bitse, bu tarz fırsatçılara ağır cezalar verilse, rasyonel ekonomi politikaları izlense enflasyon düşecek ve maaşlar erimeyecek. Maaş zammı yapılmasına da gerek kalmayacak. Biz tam da bu noktada devreye giriyor, çeşitli kurum ve kuruluşlarla yazışmalar yapıyoruz. En azından sorunlarımızı dile getiriyor, iyileştirmeler üzerinde 7 gün 24 saat çalışıyoruz. Son zamanlarda maaş gündemde olduğu için Derneğin tek amacının maddi hakların iyileştirilmesi olduğu algısı oluştu. Ancak HSK kararlarına karşı yargı yolunun açılmasından, müfettiş hal kağıdına, disiplin konusunda meslektaşlarımıza yardımcı olmaktan yapay zekaya kadar bir çok farklı alanda çalışıyoruz.

Statü benzerliğimiz bulunmamakla birlikte bu gün milletvekillerinin durumu çok daha iyi. Ekonomik, sosyal ve özlük haklar anlamında Milletvekilinden çok daha iyi durumda olması gereken bir meslek grubu varsa o da hâkimlik ve savcılık mesleğidir. Zira hâkimin, savcının kafasında geçim kaygısı olduğunda dosyalarına da konsantre olamaz. Hâkimin, savcının geçim kaygısı olmamalı. Büyükşehirlerde ev kiraları ateş pahası. Bendeki gibi hâkimin, savcının bir de çoluk çocuğu varsa kreş masrafı, okul masrafı derken geçinmekte zorlanıyoruz. Nasıl ki re’sen atamaya tabiyiz o zaman özellikle büyük şehirlere atanıp, kendisine lojman çıkmayan meslektaşlarımıza mutlaka kira yardımı yapılması gerekiyor.

Başka bir konu, biz bir keşiften 100-200 TL para alıyoruz. Keşfe gittiğimiz zaman tüm günümüz keşifte geçiyor. Nöbetçi olduğumuzda ek ücret almıyoruz. Çok yıpranıyoruz. Mesela Doktorlar döner sermayeden ek ücret alıyorlar ve hemşirelerle birlikte yıpranan meslek grubuna dahil edildiler. Döner sermayeye benzer bir uygulama bizde de yapılabilir. Keşif ücretleri arttırılabilir. Yıpranan meslekler arasına alınabiliriz. Zira doktorlar ve hemşireler evde hasta bakmıyorlar ama biz evde bile dosya bakıyoruz.

Ayrıca bugün yargıda hedef süre diye bir süre konulmuş. Madem hâkim ve savcıya böyle bir süre konuldu hâkime ve savcıya ek zaman kazandıracak uygulamalar da yapılmalıydı. Örneğin kamu kurumlarında öncelik hakkı tanınmalıydı. Bir faturayı yatırmak için saatlerce kuyrukta bekliyoruz. Veya tedavi olmak veya ailemizden birini tedavi ettirmek için tüm günümüzü hastanede geçiriyoruz. Zira geçirilen her vakit geciken onlarca dosyaya tekabül ediyor. Veya hâkim, savcı sayısı arttırılabilirdi. Sadece hedef süre koymakla olmuyor. İşlerin hızlandırılması ve azaltılması konusunda yazdığımız makalede bu konuyu ele aldık.

Hedef sürenin sağlık sektöründe konulması lazım. Süreler konusunda bu gün sağlık sektörü adalet sektöründen çok daha kritik bir pozisyonda. İsmini vermeyeyim bir hastanede yakın zamanda ameliyat oldum. Çok acil olmasına ve ücretli hasta olmama rağmen bir buçuk ay sonrasına ameliyat günü verdiler. Ben bu süre içerisinde çok ciddi sağlık sorunları yaşayabilirdim. Birde hâkim olduğumu bildiği halde benimle ilgilenen idari personelin tutumu çok kötüydü. Vatandaşa davranış şeklini düşünemiyorum bile. Ücretsiz hastaların durumu daha vahim. 3 ay 5 ay sonrasına ameliyat için gün veriliyor. Keza MR, Tomogrofi gibi tetkikler içinde aynı. Rutin bir tedavi için bile saatlerce sıra bekleme meselesini zaten hiç söylemiyorum. Ama kimse bunu konuşmuyor. Tabi bunlar doktorlarla veya sağlık personeliyle alakalı bir durum değil. Teknik alt yapı ve personel ihtiyacıyla ilgili bir durum. Doktorlar, hemşireler ve sağlık personeli canla başla çalışıyorlar. Yıpranma payını ve aldıkları ücreti fazlasıyla hak ediyorlar. Sadece Sağlık Bakanlığınca teknik altyapı, doktor ve personel sayısının arttırılması gerekiyor.

Deminki örnekten hareketle siz her türlü teknik alt yapıyı, personel ihtiyacını, doktor ihtiyacını karşıladığınızda sağlık sektörü için hedef süre koyabilirsiniz. Adalet sektöründe olduğu gibi bunu yapmadan hedef süre koyarsanız çalışanlar bu sefer ailelerine ayıracakları zamandan çalmak zorunda kalırlar. Hâkim, savcı sayısını arttırmadan, zamandan tasarruf ettirecek uygulamaları hayata geçirmeden hedef süre koyarsanız çalışanlara zulmetmiş olursunuz. Bu gün tanıdığım her 10 hakimden 8’i evine dosya götürüyor. Ailesine ayıracağı zamanı dosyalara ayırıyor. Sırf bu yüzden isim isim sayabileceğim ailevi ilişkileri bozulan ve boşanan bir çok meslektaşım oldu.

Emeklilikte de büyük sıkıntılarımız var. 2008 sonrası girişliler emekli olduklarında 10-15.000 TL civarında çok düşük bir maaş alıyor. Bir meslektaşımız vefat ettiğinde ailesine 7-8.000 küsür TL maaş bağlanıyor. 2008’den sonra mesleğe girenlerin hiçbirisi emekli olmak istemiyor. Ölüm Allah’ın emri ama hele de eşi çalışmayan meslektaşlarım için söylüyorum, biz öldüğümüzde ailelerimize kim bakacak?

Tabi bu durum 2008’den sonra kamuya giren tüm kamu görevlileri için geçerli. Bunun için de çalışmalarımız sürüyor. 2008 öncesi mesleğe girenlerle sonra girenler arasında emeklilikte oluşan maaş farkının kaldırılması için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na başvurduk fakat onlar da sanki biz bilmiyormuşuz gibi mevzuat maddelerini yazarak bize cevap verdiler. Dava açmayı düşündük ancak bunun için mevzuat değişikliği gerekiyor. İş yine Türkiye Büyük Millet Meclisine kalıyor. Eğer bir iyileştirme sağlanırsa bundan tüm kamu görevlileri faydalanacak ve bunu yapanlar çok büyük takdir kazanacak. Zira hâkim, savcı sayısı 30.000 civarında ise 2008’den sonra mesleğe girenler 10.000 kişi olsa bu sayı aileleriyle birlikte 30.000’i, 2008’den sonra kamuya giren diğer çalışanlar da hesaba katıldığında aileleriyle birlikte bu sayı yüz binlerce kişiyi buluyor. Bu kadar insanın duasını alacaklar.

Hukukbook: Hakimlere ve savcılara, özel şirket olsun kamu şirketi olsun indirim kampanyaları yapılmasını etik açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz? Örneğin, bir inşaat şirketinden kampanya ile daire alan yargıçların, aynı şirketle ilgili davalara bakması etik midir? Yargıçlar etik davransa bile “etik görünme” şartının ihlali söz konusu değil mi? Bir yargı derneğinin misyonu arasında indirim kampanyaları olmalı mıdır? Yargıçların ve savcıların hiçbir mesleğe benzemeyen statüsünü gözettiğimizde kısa ve uzun vadede bir sıkıntı doğurur mu?

Polat: Bu hayat pahalılığında hiçbir sıkıntı doğurmaz. Dernek olmadan da bir hâkim veya bir savcı inşaat şirketinden herkese yapılan indirimden faydalanarak parasını verip daire satın alıp, inşaat şirketinin davasına bakabilir. Zaten bu hâkimin davadan reddi nedeni de değildir. Herkese indirim yapılıyorsa hâkime, savcıya da yapılacak. Ancak dava devam ederken bağış adı altında veya hediye olarak bedavaya daire alamaz. Onun dışında parasını verip istediğini alır. Yani burada derneğin bir etkisi yok. Kaldı ki bu tür haller olağan karşılanmalı.

Bu konu şu örneklerle desteklenebilir: Şimdi bir hâkim, savcı alış veriş yaptığı marketin davasına bakmayacak mı? Veya davası var diye marketten alış veriş mi yapmayacak? Özellikle küçük yerlerde bu mümkün mü? Mümkün değil. Zaten aksi halde hâkim ve savcı meslektaşlarımızın yaşam alanı kalmaz. Toplumdan dışlanır ve soyutlanırlar. Böyle bir şeyi kimse istemez. Zira toplumdan soyutlanan bir hâkim veya savcı doğru karar veremez. Bu gün bir hâkim, savcı markete gidecek, lokantadan yemek yiyecek, kahvede çay içecek, kuaförde tıraş olacak ki insanları daha iyi anlayabilsin.

Kampanyalara gelince, kampanyalar yapılmasını destekliyoruz. Sonuçta her meslek grubuna yapılıyor. Bir meslek grubu olarak bize de yapılması gerekir. Örneğin silah kampanyası yapılması için Adalet Bakanlığı’na başvurduk. İndirimli silah aldık diye silah aldığımız şirket lehine karar verecek değiliz. Ancak dava devam ederken bağış adı altında veya hediye olarak bedavaya silah alırsak bu sıkıntı doğurabilir. Bu durum davadan ret nedeni oluşturabilir.

Başka bir örnek vereyim. Bankadan maaş alıyoruz diye bankanın davasına bakmayacak mıyız? Veya bankadan promosyon alıyoruz diye banka lehine mi karar vereceğiz? Böyle bir şey yok.

Hukukbook: Yargıçların havalimanında diğer eşit yurttaşlar gibi aranarak içeri alınması temel bir sorun mudur? Buna itirazınızdaki kamusal yararı açıklar mısınız? Yargı bağımsızlığı gibi yapısal sorunların sıkça tartışıldığı günümüzde havaalanından ve maaşlardan işe başlamak derneğiniz açısından hangi motivasyona dayanmaktadır? Yanlış anlaşılmaktan çekindiniz mi?

Polat: Havaalanlarında hâkimlerin üstünün aranmaması diye bir durum söz konusu değil. X Ray’den geçtikten sonra el ile aranmıyoruz ama el cihazıyla taranıyoruz. El ile aranmayla ilgili Sivil Havacılığın bir kararı vardı. Kararın Kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle Danıştay bunu hâkimler yönünden iptal etti. Şimdi biz savcılar yönünden de dava açtık. Karar lehe sonuçlanırsa savcılarda el ile aranmayacak. Zaten Milletvekilleri, Yargıtay, Danıştay üyeleri VİP’ten doğrudan hiç aranmadan geçebiliyor. Onlar konuşulmazken ilk derecede göre yapan hâkim ve savcı meslektaşlarımızın el ile aranmaması konusu kasıtlı olarak gündem yapılıyor.

Ayrıca havaalanlarında el ile aranmamak bir ayrıcalık değil Kanun gereği yapılan bir uygulama. Uluslararası hukuk farklı olabilir. Bu konu temel hak ve hürriyetlerle ilgili olmayan bir konu olduğu için kendi kanunumuzu uygulamamız gerekiyor. Kendi kanunumuz varken uluslararası hukuku uygulayamayız. Zira aynı uluslararası hukuk haksız olduğu halde İsrail’i haklı görüyor. Kaldı ki hâkimler ve savcılar sadece havaalanlarında değil hiçbir yerde aranmamalı.

Hukukbook: Yargıç ve savcılar hakkında yürütülen disiplin soruşturmalarının ve haklarındaki cezai takibatın adaletli şekilde yürütüldüğünü düşünüyor musunuz? Yargı mensupları görevleri nedeniyle kendileri bakımından yürütülen hukuki süreçlerde adalete erişim hakkına tam olarak sahip mi?

Polat: Disiplin cezalarına karşı yargı yolu kapalı. Zaten bu yüzden disiplin affı getirilmesi için Bakanlık, HSK ve TBMM’ye dilekçe gönderdik. Bir sonuç çıkmadı. Bir disiplin cezası alan meslektaşımız ‘ne bis in idem’ prensibine aykırı olarak birden fazla cezayla cezalandırılabiliyor. Örneğin derecesi yükseltilmeyebiliyor, düşük deftere tabi olarak terfi ettirilebiliyor, ‘’Kınama’’ ve üstü disiplin cezası alanlar yer değişikliği kapsamına alınabiliyor, birinci sınıfa ayrılması iki yıl veya daha fazla süreyle geciktirilebiliyor, unvanlı göreve getirilmeyebiliyor. Bunlar hep tek fiil nedeniyle verilen disiplin cezasının sonuçları olarak tezahür ediyor. Yani normalde Danıştay içtihatlarına göre bir fiile iki veya daha fazla ceza verilemiyorken biz 4-5 cezayla cezalandırılabiliyoruz. Ancak dediğim gibi disiplin cezalarına karşı yargı yolu kapalı. Artık bu durum Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de istikrarlı olarak ihlal kararı vermesine neden oluyor. Neredeyse tüm hâkim ve savcı dosyalarında AİHM, AİHS 6 ve 13. maddeden ihlal kararı verip Devlet aleyhine çok yüksek miktarlarda tazminatlara hükmediyor. Bu da hazineye ek külfet oluşturuyor.

Geçtiğimiz günlerde Bursa İdare Mahkemesinde müfettiş hal kâğıtlarının tarafımıza verilmemesi işlemine karşı pilot dava açtık. HSK kararlarının hiçbirisine dava açılamıyor. Sadece HSK’nın değil, HSK’nın ilke kararıyla belirlediği kurum ve kuruluş kararlarına karşı da kanunda olmasa bile dava açılamıyor. Müfettiş hal kâğıtlarıyla ilgili bir ilke kararı alınmış, ilgilisine verilemez şeklinde. Şimdi hal kâğıdını talep ettik, Genel Sekreterlik ilke kararı var veremeyiz dediler. HSK, ilke kararıyla bazı Genel Sekreterlik işlemlerini de yargıdan bağışık tutmuş. Daha önce açılan davalar incelenmeksizin retle sonuçlanmış. Biz bunu bile bile dava açtık. Çünkü hal kâğıdında ne olduğunu bilmeden dava açamıyorsunuz ve bu kâğıt atamadan, terfiye birçok şeyde hâkim ve savcı aleyhine kullanılabiliyor. Bu durum hak arama hürriyetine engel bir durum. Mahkeme ne karar verir bilemem ama biz bu konuyu Anayasa Mahkemesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine götürmeyi düşünüyoruz.

Örneğin HSK ilke kararı alsa dese ki: ‘Terfi edemeyen hâkim ve savcılar günde bir saat tek ayak üzerinde duracak’’, siz bu işleme karşı bile dava açamıyorsunuz. Tabi bu husus hukuk devletiyle bağdaşmayan bir durum.

HSK kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olması darbe Anayasasının bir ürünü. Ama değiştirmek için meclis çoğunluğu gerekiyor. İnşallah önümüzdeki süreçte Anayasa değişikliğiyle HSK kararlarına karşı yargı yolu da açılacak. En azından bunun için çalışacağız.

Hukukbook: Türkiye’de BM standartlarına uygun yargıçlık teminatı var mı? Coğrafi teminat da dahil yargıçlık teminatına sahip misiniz?

Polat: Coğrafi teminat konusunda atamalara karşı yargı yolu kapalı. Ancak mesleğe bu gerçekleri kabul ederek giriyoruz. Atamalar da belirli bir sistem çerçevesinde gerçekleştiriliyor. Türkiye birden fazla bölgeye ayrılıyor ve bu bölgelerde sırayla görev yapıyoruz. Tabi bu sıraya dahil olmayan meslektaşlarımızın olduğu da bir gerçek. Örneğin bir kişi birden fazla doğu görevi yapabiliyorken, hiç doğu görevi yapmayan meslektaşlarımız var. Veya birinin bir şehre atanması için çok önemli bir mazereti var. O kişi atanmıyor ancak yerine başkası atanabiliyor. Belki atanan kişinin daha önemli bir mazereti var ama biz bilmiyoruz. Çünkü işlem gerekçesi bize bildirilmiyor. Dava açılsa belki sebebini öğrenebilirdik ama yargı yolu kapalı.

Yargıçlık teminatına gelince, yargıçlık teminatımız var. Sosyal medyada belli bir kesimin yargıyı yıpratmak için yapmış olduğu linç girişimlerini ayrı tutuyorum, ben bu güne kadar verdiğim bir karardan ötürü herhangi bir tavsiye, telkin veya eleştiriye maruz kalmadım. Şöyle örnek vereyim; ben mesela idari yargı hakimiyim. İdari yargının görevi devletle vatandaş arasında çıkan uyuşmazlıkları çözmek. Bu güne kadar devlet aleyhine açılmış emsal kararlara bakıldığında devlet aleyhine verilmiş o kadar çok karar var ki yargıçlık teminatı olmasa böyle kararlar verilebilmesi mümkün değil. Dolayısıyla yargıçlık teminatımız tam olarak var diyebilirim. Farklı durumlar varsa da bilemem. Bunun somut delilleriyle ortaya konulması lazım.

Hukukbook: Yargılanan, disiplin cezası alan yahut meslekten ihraç edilen, hâkim, savcı ve avukat istatistikleri mevcut mu? Bu konuda çalışmalarınız olacak mı?

Polat: Bu ve benzeri konularda daha önce HSK’dan bilgi, belge talep ettik ancak bilgi vermediler. Adalet Bakanlığına itiraz ettik itirazımız kabul edilmedi. Edilseydi ve bilgi alabilseydik tabi ki bu konuda da çalışmalarımız olacaktı.

Hukukbook: Yargı sistemimizde doğal yargıç ilkesine aykırı uygulamalar var mı? Uygulamada ve mevzuatta doğal yargıç ilkesine aykırı durumlar olup olmadığına dönük bulgularınız var mı?

Polat: Doğal yargıç ilkesine aykırı bir duruma rastlamadım. Tabi doğal yargıç ilkesine aykırı bir durumun olmadığı benim gözlemlerim. Böyle bir şey varsa da somut delilleriyle birlikte ortaya konulması gerekir.

Hukukbook: HAKSAV olarak Etik Bildirge ilan etmeyi düşünüyor musunuz?

Polat: Aslında tüzüğümüz etik bildirge niteliğinde. Tüzüğümüze https://www.haksav.org.tr/tuzuk adresinden ulaşabilirsiniz. Orada meslektaşlarımıza yönelik bir çok tavsiye niteliğinde madde bulunmakta. Sürekli kullandığımız whatsapp grupları var. Orada da yargı etiğine ilişkin güzel paylaşımlar yapıyoruz.

Hukukbook: Yargıç ve savcılar ile avukatların sosyal medya kullanım biçimleri hakkında değerlendirmeniz var mı?

Polat: Eskiden hâkim ve savcıların sosyal medya kullanımları kısıtlıydı. Son zamanlarda HSK biraz daha esnek davranmaya başladı. Tabi bir hâkim ve savcının HSK’dan önce sosyal medya paylaşımlarına dikkat etmesi gerekir. Çünkü sosyal mecra çok kirli bir alan ve herkes her şeyi her yere çekebiliyor. Avukatlar bize göre biraz daha serbest.

Sosyal medyayı çok faydalı işler için kullanan avukatlarımız, hâkim ve savcılarımız da mevcut. Örneğin yeni çıkan bir Anayasa Mahkemesi veya AİHM kararını paylaşan, yorumlayan meslektaşlarımız bu iş için gerçekten emek sarf ediyorlar ve çok faydalı paylaşımlar yapıyorlar. Ne yazık ki gereken ilgiyi görmüyorlar. Takipçi sayıları oldukça az. Ama bir bakıyorsunuz oradan sürekli magazinsel paylaşımlar yapan bir avukat daha çok rağbet görebiliyor. Bunlar ne yazık ki bizim toplumumuzun acı gerçekleri. Umarım herkes bir gün hak ettiği değeri görür.

Hukukbook: HSK’nın biraz daha esnek davranmaya başladığını söylediniz. Ancak bildiğiniz üzere HSK, Sosyal Medya Kullanım Rehberi yayınladı. Bu rehberi üyeleriniz ile tartıştınız mı? Belge ile getirilen kısıtlamaları etik kural olarak mı görüyorsunuz yoksa özgürlüğün kısıtlanması olarak mı?

Polat: Sosyal Medya Kullanım Rehberini üyelerle tartışmadık. Rehber eskiye göre özgürlükçü bir rehber ancak şimdiye göre kısıtlayıcı bir yönü bulunmakta. Çünkü rehber etik ilkelerden çok buyruk nitliğinde. Şunu yapın, bunu yapmayın şeklinde. Çağdaş toplumların hiçbirisinde bu şekilde bir rehber bulamazsınız. Oradakiler daha çok tavsiye niteliğinde.

Hukukbook: Hukuk ve ceza yargılamasını geliştirmek, yargı etiğinde standartları yükseltmek, yargılamalarda hukuk nosyonunu hâkim kılmak için faaliyet planınız var mı?

Polat: Tabi ki var. Yargıda Liyakatin Arttırılması Projesi adında unvanlı görevlerde bulunan meslektaşlarımızın unvansız görevde bulunan hâkim ve savcılar tarafından değerlendirilebileceği yeni bir proje üzerinde çalışıyoruz. Projeye https://www.haksav.org.tr/projeler adresinden ulaşabilirsiniz. Zira unvanlı görevde bulunan meslektaşlarımızın unvansız görevde bulunan hâkimleri, savcıları değerlendirme yetkisi var ama unvansız hâkimlerin, savcıların unvanlı görevde bulunanları değerlendirme yetkisi yok. Böyle bir yetkinin tanınması hem silahların eşitliği için gerekli hem de liyakatin, iş birliğinin, eş güdümün, çalışma huzur ve barışının sağlanması için önemli bir proje.

Aslında bu tüm kamu kurumlarında uygulanması gereken bir proje. Henüz hazırlık aşamasında. Tamamlanınca projenin ayrıntılarını İnternet sitemizden duyuracağız.

Bunun dışında bir çok çalışmamız oldu. Bu çalışmaları İnternet sitemizden yayınladık. Örneğin iş yükünün azaltılması, işlerin hızlandırılması ve yargı etiğinin geliştirilmesi için yaptığımız, HSK ve Bakanlığa gönderdiğimiz çalışma bunlardan biri. Çok uzun bir çalışma olduğu için buradan yazmıyorum. İlgili çalışmaya web sitemizdeki ilgili linkten ulaşabilirsiniz.

Çalışmamızda gerçekten işleri hızlandıracak ve iş yükünü azaltacak tespitler var. Örneğin her gün eve iş getiriyoruz. Bu da hem aile hayatımızı hem iş hayatımızı olumsuz etkiliyor. Hem ailemize, çoluğumuza çocuğumuza zaman ayıramıyoruz hem de ertesi gün işe yorgun olarak gidiyoruz. Dolayısıyla iş yükünün azaltılması önemli bir konu.

Daha faklı projelerimiz var. Zamanı gelince onları da açıklayacağız.

Hukukbook: Yargıç ve savcıların düşüncelerini açıklama özgürlüğünün sınırları hakkında derneğinizin görüşü oluştu mu? Türkiye’deki düşünce özgürlüğü standartları ile kıyaslayarak cevaplamanızı rica ediyoruz.

Polat: Bangalor Yargı Etiği İlkelerine göre aslında hâkim ve savcılar, hâkimlik ve savcılık mesleğiyle ilgili görüşlerini özgürce ifade edebilirler. Ancak biraz da mesleğimizden kaynaklı olarak kimse düşüncelerini açıkça ifade etmek istemiyor. Tabi bunda disiplin cezalarına karşı yargı yolunun kapalı olmasının da bir etkisi var. Örneğin bir hâkim veya savcı konuştuğu, paylaştığı bir şey için ceza alsa dava açamıyor. Dolayısıyla böyle bir ortamda hâkimin, savcının konuşamaması normal.

En büyük etken ise meslektaşlarımızın yazılı, görsel ve işitsel medyada linç edilmesinden ileri geliyor. Bir hâkim, savcı özel hayatıyla ilgili veya hukukla ilgili bir şey paylaşsa ki paylaşabilir, anında linç ediliyor. Bu yüzden kimse düşüncelerini açıkça ifade edemiyor.

Daha önce belirttiğimiz gibi hâkim ve savcılarımız düşüncelerini ifade edemezse ve toplumdan soyutlanırsa doğru karar veremez.

Linçlerle ilgili biz Dernek olarak elimizden geleni yapıyoruz ancak her şeye yetişemiyoruz. Örneğin İnternet üzerinde denetimsiz çok kirli bir mecra var. İsmini vermeye gerek yok. O mecrada hâkimler ve savcılar hakkında yüzlerce, binlerce mesaj atılmış. Bizim bu kadar mesajı inceleyip yasal işlem başlatabilmemizin imkânı yok. Bir tarafta iş yükümüz çok ve vatandaş bizden hizmet bekliyor. Diğer tarafta da böyle kirli mecralarda bizi sürekli linç etmeye kalkışan bir kesim var. Dolayısıyla bu tarz linçlerin önüne geçebilmek ve müdahale edebilmek için Adalet Bakanlığı bünyesinde bir birim kurulması gerektiğini düşünüyorum. Zira Adalet Bakanlığında bu işlerle uğraşabilecek yüzlerce tetkik hâkimi var.

Hukukbook: Derneğiniz bünyesinde Dezenformasyonla Mücadele Grubu bulunmasından sosyal medya kirliliğine karşı derneğin kurumsal olarak da hassas olduğu sonucunu çıkarabiliyoruz.

Polat: Evet dezenformasyon konusunda hassasız. Bu ve benzeri konuları görüşmek için daha önce Adalet Bakanından 10-15 kere randevu istedik, şu ana kadar herhangi bir dönüş yapılmadı. Silah kampanyası yapılmasıyla ilgili dilekçe yazdık. Cevap vermediler. Bazı bürokratlarla vatandaşlar arasında kalın bir buz tabakası var. Ne yazık ki hâkim, savcı da olsak o duvarı aşamıyoruz. Keza kuruluş aşamasında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın özel kalemine ulaşmak istedik, ona da ulaşamadık. Bir hafta kadar uğraştıktan sonra ancak telefonla bağlanabildik ondan da randevu alamadık. Sağlık olsun. Bu gün meslektaşlarımız talep etsin hiç üşenmem yine aynı kişilerden randevu talep ederim.

Yine konu dışı olacak ama geçtiğimiz günlerde Dernek ziyaretleri için Ankara’ya gittim. Ankara kazan ben kepçe çok yüksek tempoyla baya yol yürüdüm. Dizimde bir ağrı oldu. Sonra MR çekilince diz kapağımda ödem ve çatlak olduğunu fark ettik. Doktora gittim, doktor koltuk değneği yazdı. Yani Dernek işi biraz da gönüllülük esasına dayalı bir iş. Bakarsanız bağ olur, bakmazsanız dağ olur. Dolayısıyla bize randevu vermişler, vermemişler çok önemli değil. Çok şükür derdimizi, amaçlarımızı ve projelerimizi sosyal medya, İnternet ve sizin gibi değerli hukuk platformları üzerinden duyurabiliyoruz. Bu bize yeter.

Hukukbook: Yargı kurumlarının birbirleri hakkında basın açıklaması yapmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Diğer bir sorumuz ise şu; yargı kurumlarının daha sonra önlerine vaka olarak gelebilecek konularda açıklama yapmasını doğru buluyor musunuz?

Polat: Kastettiğiniz yüksek yargı organları arasında yaşananlarsa bu yapılacak açıklamaya göre değişir. Ben genel olarak bu açıklamaları hukukun gelişmesi ve ilerlemesi adına olumlu buluyorum. Ama bir yüksek mahkeme çıkıp başka bir yüksek mahkeme hakkında ‘Senin Allah belanı versin’ minvalinde şeyler söylerse bu tabi ki kabul edilebilecek bir şey değil. Çünkü Yargıda oluşan çatlak topluma da olumsuz yansıyor. Ama şuan yüksek mahkemeler arasında yaşanan somut olaylara bakıldığında genel olarak hukukun gelişmesi ve ilerlemesi adına olumlu açıklamalar yapılıyor diyebilirim. Zira açıklamalara bakıldığında herkesin ortak amacının doğruyu bulmak olduğu anlaşılıyor.

Hukukbook: Duruşmalarda meydana gelen krizleri ve tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Kaynağı ve sebebi nedir? Uygar toplumlarda böyle krizler olmaması gerektiğine göre bu mesele nasıl çözülecek?

Polat: Duruşmalarda meydana gelen krizler genellikle soğukkanlı olunmamasından ve ani çıkışlar yapılmasından kaynaklanıyor. Bu durum duruşmada bulunan herkes için geçerli. Ancak son zamanlarda Avukatların duruşmada veya ifadede ayağa kalkmadan konuşması gündemde. Ben avukatların oturarak konuşmasından yanayım. Tabi başkası farklı görüşte olabilir. Ancak bunun şöyle sakıncaları olabiliyor. Örneğin kalabalık mahkemelerde oturarak konuşulunca kimin ne konuştuğu anlaşılamıyor. Bu sefer karşılıklı atışmalar yaşanıyor ve kimin ne dediği belli olmuyor.

Tabi duruşmalarda hâkim ve savcılardan da hatalı davrananlar mutlaka oluyor. Belki avukat son derece sakin, hâkimimiz, savcımız iş yoğunluğunun getirdiği stresle yapmaması gereken davranışlar sergileyebiliyor. Tam tersi de geçerli Avukat davanın kaybedileceği endişesiyle fevri davranabiliyor. Bunun çözümü karşılıklı diyalogdan ve fevri çıkışlar yapmamaktan geçiyor.

Hukukbook: Yargıç ve savcılar hakkında medyada çıkan haberlerle ilgili gizlilik kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Adil yargılamanın güvenceleri ve adliyenin saygınlığı ile kamuoyunun bilgilenme hakkı arasındaki dengeyi bulmak mümkün mü?

Polat: Kastettiğiniz erişimin engellenmesi ise erişimin engellenmesi bir kesim tarafından sürekli manüpile edilen bir konu. Erişimin engellenmesi hukuka aykırı bir haberin başkalarının erişimine kapatılmasıdır. Aslında hukuk devletinde olması gereken de budur. Ama bir kısım medya diyor ki erişim engellendi, bir şeyler örtbas edilmeye çalışılıyor. Halbuki hayır. Hukuk devletinde yaşıyoruz. İçeriği Mahkemece hukuka aykırı bulunan bir haber engellenmiş. Bu durum masumiyet karinesinin, lekelenmeme hakkının da bir gereği. Örneğin kötü niyetli bir şahıs bir yargı mensubuyla ilgili iftira niteliğinde bir haber yapıyor. O yargı mensubunun ailesi, çoluğu çocuğu var. Üstelik yargı mensubu olduğu için basın açıklaması da yapamıyor. Tek çare o kişi kendisini korumak için mecburen erişimin engellenmesini istiyor. Bu sefer de aynı kötü niyetli şahıs başka bir haber yaparak diyor ki, bakın bu kişi erişimin engellenmesini istedi. Konuyu örtbas ediyor. Demek ki yaptıkları gerçek. Bu sefer daha fazla algı yapıyor. Meslektaşımızı lince maruz bırakıyor. Bu yüzden sadece yargı mensupları açısından değil vatandaşlarımız açısından da erişimin engellenmesi çok faydalı bir müessese.

Kamu elbetteki aydınlatılmalı ama kasıtlı olarak yanlış yönlendirilmemeli. Şöyle bir örnek daha vereyim. X hâkim, savcının birisini darp ettiği yönünde bir şikâyet yapıldığını varsayalım. Ortada somut bilgi, belge yok. Soyut iddia var. Ancak haber; ‘X şahsın birisini darp ettiği iddia edildi’ şeklinde değil de kasıtlı olarak ‘hâkimler ve savcılar vatandaşları dövüyor’ şeklinde yapılıyor. İşte böyle bir durumda tüm hâkim ve savcıların masumiyet karinesi ve lekelenmeme hakkı ihlal edilmiş olur. Üstelik bunu bire bin katarak yapıyorlar. İlk haber ‘hâkimler ve savcılar vatandaşları dövüyor’ şeklindeyse sonraki haberler: ‘hâkimler ve savcılar yol kesip, vatandaşları dövüp, gasp ettiler’ şeklinde oluyor. Bu ve benzeri olaylarda kamuyu yanlış yönlendirmenin, manüpile etmenin bir anlamı yok. Bu ifade özgürlüğü falan da değil, resmen hâkim, savcıyı karalamaya giriyor. Ve kasıtlı olarak yapılıyor. Bu da Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak tanımlanmış. Amaç hâkim ve savcıları yıpratmak. Böyle bir haberde ismi geçen kişi/kişiler elbette haberle, paylaşımla ilgili erişimin engellenmesini isteyecek. Suç duyurularında bulunacak.

Hukukbook: Bundan 20-30-40 yıl önce sayıca az olan yargıç, savcı ve avukat ilişkileri ile bugünün koşullarındaki ilişkileri etik açıdan değerlendirebilir misiniz?

Polat: O kadar eski zamanı bilmiyorum ancak yakın zamanda bir avukatın bir hâkimle, savcıyla konuşması neredeyse imkansızdı. Ben hâkimliğe avukatlıktan geçtim. Fetö dönemini biliyorum. Özel yetkili Mahkemeler vardı. Siz o dönem mahkemelerde söz bile alamazdınız, konuşturmazlardı. Bir hâkimin, savcının odasına girdiğinizde ceketinizin önü açıksa bile fırçayı yerdiniz. Şimdi her şey daha ulaşılabilir, daha şeffaf. Her isteyen avukat, her istediği hâkimin savcının odasına girebiliyor. İlişkiler çok daha iyi. Kimse durduk yere fırça yemiyor. Bir kaç münferit olay dışında şuan hâkim, savcı, avukat ilişkileri iyi diyebilirim. Bunun en büyük etkeni ise avukatlıktan hâkim ve savcılığa geçen meslektaşlarımız. Avukatın nerede ne sıkıntı çektiğini, ne yaşadığını avukatlıktan hâkim, savcılığa geçen meslektaşlarımız daha iyi anlayabiliyor. Zaten gelişmiş ülkelerde de hâkim ve savcı olabilmek için ya belli bir yıl avukatlık yapmak, ya da hukuk alanında akademisyenlik yapmak gerekiyor. Olması gereken de budur. Geçtiğimiz aylarda Türkiye Barolar Birliği Başkanımız Sayın Erinç Sağkan, Hâkimler ve Savcılar Kurulu 1. Daire Başkanımız Sayın Halil Koç ve Adalet Akademisi Başkanımız Sayın Muhittin Özdemir ile bu konuyu konuştuk.

Hukukbook: Yargı sisteminden herkesin şikayetçi olduğu sık sık kamuoyuna yansıyor. Yapılan saha araştırmalarındaki sonuçları kimi zaman adalet bakanlarımız da dile getiriyorlar. Hatta sistemin içindeki yargıçlar bile şikayetçi ve kimi zaman mağdur olabiliyor. Güven sorunu çok önemli. Bir zihniyet devrimi ve adaletli bir sistem inşası için neler yapılması gerekir?

Polat: Yargı sisteminden kimin şikayetçi olduğuna göre değişir. Genelde verilen bir karardan memnun olmayan dosyanın tarafları şikayet ediyor. Bazen de kamuoyunu yaralayan ve medyaya yansıyan bir takım olaylardan dolayı şikayetler oluyor. Hâkim veya savcı karar verince sanki kişisel görüşüyle karar vermiş gibi lanse ediliyor. Oysa bir hâkim veya bir savcı kanunu uygular. Cezaların hafif olduğu, infaz rejiminin yeterli olmadığı herkesçe bilinen bir gerçek. Ancak bunun sebebi uygulayıcı olan bizler değil, yasa koyuculardır. Dolayısıyla cezalar ağırlaştırılmalı. İnfaz rejimi tamamen değiştirilmeli.

Ayrıca sosyal medya mahkemeleri kapatılmalı. Çünkü sosyal medya sadece görünenle ilgilenir. Bazı paylaşımlarda sadece etkileşim arttırmak için yapılıyor. Etkileşim çok ciddi bir hastalıktır. Etkileşim uğruna her türlü aşırılık yapılabilir. Bunun bir sınırı yok. Geçtiğimiz günlerde gökdelenin tepesinde video çeken bir fenomen düşerek öldü. Dediğim gibi etkileşim çağımızın en büyük hastalığıdır. Oysa gerçekler ancak bağımsız mahkemelerce yapılacak yargılama sonucunda ortaya çıkar. Şöyle bir örnek vereyim; bir şahsın başka bir kişiyi dövdüğü esnada oradan geçen birisi kavgayı kameraya alıp sosyal medyaya atmış olsun. Anında falanca şahıs tutuklansın diye binlerce twit atılır. Oysa yapılan yargılamalar sonucunda Mahkeme saldıran kişinin, hiç tanımadığı sokaktan geçen bir bayanı korumak için bunu yaptığını ortaya çıkarır ve beraat kararı verir. Ancak sosyal medya gerçekle ilgilenmez. Yargılamanın sonucunu beklemez. O an etkileşim alınacaksa her türlü yalan haber paylaşılabilir. Dezenformasyon yapılabilir. Paylaşımlarda kişinin fotoğrafıyla birlikte adresine, adına, soyadına varana dek her türlü kişisel bilgisine yer verilir. Dolayısıyla medya ve sosyal medya çok kirli bir alan ve her türlü dezenformasyona açık. Daha sonra kişinin masum olduğu ve beraat ettiği anlaşılsa dahi düzeltme yapılmaz. Böylece hafızalarda o kişinin suçlu olduğu algısı yer eder.

Sonuç olarak bir konuda 1000 kişi twit attı diye mahkemenin, hâkimin veya savcının görüşü değişmez. Dolayısıyla yargılamalar ve davalar bağımsız ve tarafsız mahkemelere bırakılmalı.

Hukukbook: Malzeme, insan ve yapılanma üçlüsünde kriz nereden çıkıyor? Altyapı nasıl? İş yükü faktörü, liyakat, fiziki yapı, teknoloji ve mevzuatı birlikte değerlendirir misiniz?

Polat: Ufak tefek olaylar yaşanıyor olabilir ama ben kriz çıktığı görüşüne katılmıyorum. İş yükümüzün çok olduğu da bir gerçek. Bu da daha çok hâkim ve savcı alımıyla aşılabilecek bir konu. Tabi alım yaparken en az 5 yıl avukatlık yapmış olmak veya hukuk alanında akademisyenlik yapmış olmak şartının getirilmesi gerekir. Böylece daha tecrübeli insanlar hâkimlik ve savcılık mesleğine entegre edileceğinden ufak tefek olan olayların da önüne geçilebilir. Teknolojik olarak kullanmış olduğumuz UYAP sisteminde ara sıra kesintiler yaşanıyor ve VPN ile bağlantıda sıkıntılar oluyor. Bu da işlerin yavaşlamasına hatta durmasına sebep oluyor. Bir solunum hastası için solunum cihazı neyse bizim için de UYAP o. UYAP gitti mi ne yazık ki tüm Türkiye kilitleniyor.

Bunun dışında adalet hizmetlerinde teknolojiye daha çok yer verilebilir. Örneğin bazı davalarda yapay zekâ kullanılabilir. Dernek olarak bu teknoloji üzerinde de çalışıyoruz. Mevzuat çok kötü. Neredeyse kanunlarımızın tamamını yabancılardan almışız. Ölçüleri bedenimize uymuyor. Çok acil bir şekilde yerli ve milli kanunların yapılması gerekir.

Hukukbook: Duruşmalarda ve mahkeme kalemlerinde avukatlardan ve yurttaşlardan nasıl yaklaşımlar bekliyorsunuz?

Polat: Vatandaşlar her türlü hukuki durumları için avukat tutmalılar. Çünkü dava açma sürecinde çok büyük hak kayıpları ve mağduriyetler yaşıyorlar. Bu duruma bizde çok üzülüyoruz ama yapacak bir şey yok. Örneğin idari yargı için konuşuyorum; çok acil bir durumda bile hatalı dilekçe yazılması dilekçenin reddi nedeni. Dilekçeyi hatalı yazınca çok acil bir durum olmasına rağmen dosyayı görüşemiyoruz. Dilekçe ret dememiz halinde, vatandaşın yeni bir dilekçe ile tekrar dava açması gerekiyor. Bu da hem davayı uzatıyor hemde durumun aciliyeti ile bağdaşmıyor. Adli yargıda da durum aynı.

Bir de zaten insan kendisiyle ilgili davalarda objektif olamaz. Ben bile hukuki bir sorunum olduğu zaman avukat tutuyorum. Dışarıdan birisinin hukuki yardımda bulunması her zaman iyidir. Çünkü olaylara sübjektif değil objektif bakar. Avukatlar da bir şey danışmak için her zaman yanımıza gelebilirler. Bizim vatandaşlara ve avukatlara kapımız her zaman açık. Dolayısıyla sadece hukuki konularda değil, istedikleri her konuda yanımıza gelebilirler.

Hukukbook: Mahkemelerde “bugün git yarın gel” kültürü olduğunu düşünüyor musunuz? Dosyaların Satürn Zaman Yönetimi ilkelerine göre hedef sürelere uygun şekilde sonuçlandırılmasının önündeki engeller nelerdir?

Polat: İş yükünün azaltılması ve işlerin hızlandırılmasıyla bu sorun aşılabilir. Ancak ben şahsen hızlı karar verilmesindense doğru karar verilmesini tercih ederim. Tabi bazı dosyaların Yargıtay, Danıştay süreciyle birlikte uzun yıllar sürdüğü oluyor. Bu tarz dosyalar istisna da olsa çıkıyor. Ancak bu sorun Mahkemelerden kaynaklanmıyor. Örneğin dosya teknik bir konuya ilişkinse veya üst derecedeyken mevzuat değişikliği yapılmış ise dosya uzayabiliyor. Örnekler çoğaltılabilir. İstisnalar dışında dosyalarla ilgili daha hızlı karar verilebilmesi için hâkim ve savcılara daha az iş ve daha çok zaman yaratılması gerekir. Kamu kurumlarında öncelik hakkı tanınması gerekir. Örneğin bir hâkim, savcı fatura kuyruğunda beklememeli. Zira o sürede bir çok dosya incelenip, çözüme kavuşturulabilir. Lojmanların adliyelere yakın yerlerde yapılması ve herkese yetecek kadar lojman yapılması bir diğer örnek olarak verilebilir. Ben işe gitmek için 2 saat trafikte beklememeliyim. Hâkim ve savcı sayısı arttırılabilir. Bunun gibi örnekler çoğaltılabilir.

Hukukbook: Tutuklama kurumunun geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Tutuklama kültürünü Cumhuriyetin 100 yılının tamamına şamil olacak şekilde değerlendirebilir misiniz? Vatandaş dili ile soracak olursak, “yatarı olmayan” suçlardan ötürü tutuklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir diğer konu hasta ve yaşlı kişilerin de tutuklanması, sedye ile mahkemeye gelen, tansiyonu 19 iken tutuklanan kişilerin olduğu medyaya yansıyor. Hakaret yahut düşünceyi açıklama suçundan tutuklamaya nasıl bakıyorsunuz? Bir diğer konu da iddianame ile istenen cezadan daha fazla tutuklu kalanların olduğu iddiası. Memleketimizde tutuklamaya ilişkin sorunlar hep var mıydı? Bu yönde tespitleriniz oldu mu?

Polat: Eskiye göre daha az tutuklama oluyor. Medyadan takip edebildiğim kadarıyla ağır cezalık suç üstü halleri dışında neredeyse hiç tutuklama olmuyor. Bir taraftan da tutuklama gerekiyorsa bu yapılmalıdır. İfade özgürlüğü konusunda bir kaç istisna dışında şuan Avrupa’dan bile öndeyiz. Tabi geçmişte durum farklıydı ama şuan Türkiye bu konuda oldukça esnek davranıyor. Bu ülkede bizim dışımızda herkes kendisini gayet özgürce ifade edebiliyor. Zira Derneğimizle ilgili yaptığımız şikayetlerde şuana kadar tutuklanan veya ceza alan olmadı. Oysa biz ağzımızı açsak soruşturma geçiriyoruz.

Hasta ve yaşlıların tutuklanması konusunda eğer bir kişi suç işlemişse hasta ve yaşlı olmasının bir önemi yok. Şartları taşıyorsa tutuklanmalıdır. Aksi halde her hasta ve yaşlı olan suç işler, bu sefer de kamu düzeni diye bir şey kalmaz. Ancak kişi tutuklandıktan veya ceza aldıktan sonra hastalanırsa ayrı. O tür durumlara özel düzenlemeler zaten var.

Hukukbook: Avukatlar ve barolarda da var olan meslek dayanışmasının yargıç ve savcılar ile adliye personelinde daha fazla olduğunu düşünüyor musunuz?

Polat: Bizde meslek dayanışması ne yazık ki avukatlara ve adliye personeline göre daha az. Çünkü sürekli yer değiştiriyoruz. Örneğin görev yaptığımız insanlarla tam samimi olacakken tayinimiz çıkıyor. Oysa avukatlar ve adliye personeli neredeyse bir ömür birlikte görev yapıyorlar. Dolayısıyla birbirlerini daha iyi tanıyıp samimi olabiliyorlar. Tabi hâkim ve savcılarda meslek dayanışmasının az olmasında iş yükünün fazla olmasının da bir etkisi var. Çünkü işler o kadar yoğunki ailemize bile zaman ayıramıyoruz. Çocuklarımızı kreşe vermek zorunda kalıyoruz. Çocuklarımız resmen anne baba şefkatinden uzak büyüyor. Eşimize zaman ayıramıyoruz. Bu şartlarda meslek dayanışması çok kolay olmuyor. Sosyal ilişkilerimizi şuan kurduğumuz dernek vb. gibi oluşumlar aracılığıyla gerçekleştirebiliyoruz. Mesela geçen günlerde derneğimiz bünyesinde tayinlerle ilgili Whatsapp grubu kurduk. Dernek üyesi olsun olmasın herkesi davet ettik. Sağ olsun baya bir meslektaşımız geldi, baya bir meslektaşımıza faydamız oldu. Çok dualarını aldık.

Hukukbook: Duruşmalarda yargıç ve savcının kürsüde, avukatların ise aşağıda olması hakkında düşünceleriniz nedir?

Polat: Bence bunların bir önemi yok. Herkes aşağıda oturabilir veya yukarıda oturabilir. Yan yana oturabilir veya çeşitli şekillerde oturabilir. Önemli olan hızlı ve doğru karar verebilmektir. Ancak bazı toplu yargılamalarda hâkimlerin yukarıda olması duruşmanın yönetimi açısından kolaylık sağlayabiliyor. Toplu yargılamalarda veya çok taraflı dosyalarda hâkimler herkesle aynı hizada oturursa kimin ne dediği anlayamaz, duruşmayı yönetemez. Zira hakimin davanın taraflarını tam ve net olarak görmesi, söylediklerini dinleyebilmesi, hal ve hareketlerini, tavırlarını analiz etmesi gerekir.

Hukukbook: İdda makamı olan savcının hükmü verecek yargıçla birlikte yukarıda oturması, savunma makamının ise aşağıda olması size göre bir sorun değil mi? Eğer değilse savunma makamını yargının kurucu unsurları arasında saymamak gerekmez mi?

Polat: Savcılık aslında kamu avukatlığı gibi. Dolayısıyla onlar da aşağıda oturabilir. Bizim Savcılarımız çok mütevazı insanlardır. Böyle bir şeyden gocunacaklarını sanmıyorum.

Hukukbook: Sizce avukatlar “yargı mensubu” mudur? Avukatları meslektaş olarak mı görüyorsunuz yoksa misyon olarak başka bir kategoride mi değerlendiriyorsunuz? Örneğin yargıçlar adalet dağıtan bir konumda iken avukatlar para kazanmak için mi çalışıyorlar?

Polat: Avukata karşı suç işleyen bir kimse hâkime, savcıya karşı suç işlemiş gibi cezalandırılır. Farklı uygulamalar olabilir ama ben duruşmalarda avukatların oturarak konuşmalarını tercih ederim. Avukatlarda adalet dağıtıyorlar. Örneğin toplumda şöyle bir algı var. Avukat eğer suçlu birinin avukatlığını yapıyorsa hemen katilin avukatı, hırsızın avukatı olarak nitelendiriliyor. Oysa ben kendi avukatlık dönemimden biliyorum. Bir kişi suçluysa avukat onu aklamaya çalışmaz. Daha az ceza almasını sağlamakta avukatlık görevidir. Tabi suçluyu aklamaya çalışan avukatlarda vardır. Bu Avukatlığın doğasında olan bir şey. Şahsen ben avukatların yaptığı her türlü işe saygı duyuyorum. Savunma hakkı kutsaldır. Bir gün herkes bir avukat tarafından savunulmaya muhtaç kalabilir.

Hukukbook: Sistem içi özeleştiri ve restorasyon çabası var mı? Avukatlar, yargıçlar ve savcıların her biri için ayrı ayrı değerlendirme yapar mısınız? Meslek içi tartışma ve eleştiri-özeleştiri kültürü var mı?

Polat: Özeleştiri var tabi. Disiplin cezalarına ve diğer HSK kararlarına karşı yargı yolunun açılması gerektiği konusunda sürekli eleştiride bulunuyoruz. Daha şu ana kadar kimse kalkıpta: ‘Yav kardeşim bırakın bu işleri’ demedi. Meslek büyüklerimiz bizim amacımızı da az çok bildikleri için bizi takdir ediyorlar.

Avukatların durumu ise zor. Sayıları fazla ve toplumda hak ettikleri saygıyı ne yazık ki görmüyorlar. Ancak onlardaki dayanışma ve özeleştiri kültürü daha fazla. Bu da daha önce ifade ettiğim gibi hâkim ve savcıların sürekli tayin gereği yer değiştirmesinden kaynaklanıyor. Biz daha meslektaşlarımızı eleştirebilecek kadar tanıyamadan başka yere tayinimiz çıkıyor.

Ancak genel olarak yargı politikalarını eleştirebiliyoruz. Bunun en büyük örneği benim.

Hukukbook: Yargı kararlarının, iddianamelerin, avukat dilekçelerinin ve dosyalara giren diğer belgelerin, Türkçe dilini kullanma becerisi ve kalitesini nasıl buluyorsunuz? Kararlardaki ve dilekçelerdeki gerekçe unsurunu da dikkate alarak avukat-yargıç-savcı kıyaslaması yaparak değerlendirebilir misiniz?

Polat: Avukatların yazım dili oldukça başarılı. Ben bir sorun görmüyorum. İstisnalar olabilir, kaideyi bozmaz. Zaten önemli olan içerik. Tabi şu da var. Bazen vatandaşlarımız konuya tam hâkim olamadıkları için içerik olarak hatalı taleplerde bulunabiliyorlar. Bu bakımdan davalarını avukat vasıtasıyla açmalarında fayda var. Bizde adettir. Tutuklanmadan önce avukat tutulmaz. Tutuklandıktan sonra avukat tutulur. Veya bir vatandaşımız ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almadıkça ailesi avukat tutmaz. Davalarda da durum böyledir. Ülkemizde işler sarpa sarmadan avukata gidilmiyor ne yazık ki.

Tavsiye olarak vatandaşlar ifade vermeden, dava açmadan önce mutlaka avukat tutmalı.

Avukatlara tavsiyem ise çok uzun dilekçe yazmamaları. Zira dilekçe uzadıkça olayın bağlamından kopulabiliyor. Asıl önemli olan noktalar gözden kaçırılabiliyor. Örneğin adamın evi yıkılacak, avukatı ‘müvekkilimin evi yıkılmasın’ demek yerine, müvekkilimin evinin duvarları lilaydı, bahçesinde çam ağaçları vardı, çocukluğu burada geçmişti vs. yazmasının bir önemi yok. Tabi gene okuyoruz fakat asıl bağlamdan kopuyoruz. Kafamız evin duvarlarının renginin lila olmasına gidebiliyor.

Şunu da atlamamak gerekir. Eğer maddi gerçeğin ortaya çıkması için çok uzun dilekçe yazılması gerekiyorsa bundan da kaçınmasınlar. Dediğim gibi biz her dilekçeyi okuyoruz. 1000 sayfada yazılsa 1000 sayfayı okuruz. Sadece konuyla alakasız şeyler yazılmaması kâfi.

Bununla birlikte dilekçelerin UDF formatında yazılması çok önemli. UDF formatında yazılınca hem not alması hem karar yazımı daha kolay oluyor. Dava fiziki olarak açıldığı zaman dilekçedeki önemli kısımları bilgisayar ortamından not alamıyoruz. UDF formatında açılan davalarda karar yazımında davacının istem özetini daha ayrıntılı yazabiliyoruz. UDF formatında olmasa da yazıyoruz fakat 10 dakikada yazacağımız istem özetini yarım saatte bitirebiliyoruz. Aynı şey davalı içinde geçerli.

Gerekçe hakkı bilindiği üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle güvence altına alınmış olan bir hak. Bir elin beş parmağı bile aynı değildir. Eksik gerekçeli kararlar var mıdır? Mutlaka vardır. Dolayısıyla bu gerekçenin doyurucu olması, herkes tarafından anlaşılabilmesi, detaylı olması gerekir. Hâkimlerin ve savcıların buna riayet etmesi önemlidir.

Hukukbook: Avukatlarla, barolarla, hukuk alanındaki STK’larla ve diğer yargı dernekleri ile birlikte, yargı sisteminin sorunlarını kapalı yahut açık toplantılarda tartışmaya açık mısınız?

Polat: Açık olmasam bu röportajı vermezdim. Sorunlar konuşuldukça çözülür. Hukukun gelişmesi ve ilerlemesi adına her türlü sorunu, herkesle konuşurum.

Hukukbook: Avukatların adliyelere aranarak girmeleri konusunda ne düşünüyorsunuz? Avukatların yargı mensubu olup olmadıkları sorusu ve havalimanı araması konusundaki itirazınızla birlikte değerlendirmenizi rica ediyoruz.

Polat: Kartımız varsa biz de avukatlar gibi turnikeden geçiyoruz. Kartımız olsa dahi güvenlik bizi tanımıyorsa X Rayden geçmemizi isteyebiliyorlar. Biz de geçiyoruz, geçmeliyiz de. Artık eskisi gibi değil. Geçmiş dönemde yaşanan elim hadiseler düşünülünce uygulamanın yerinde olduğu kanaatindeyim. Havaalanlarında da X Rayden geçiyoruz. Sadece X Ray uyarı verdiğinde elle aranmak yerine el makinesiyle tarıyorlar.

Hukukbook: Yasalarda “yargının kurucu unsuru” sayılan baroların ve avukatların, adliyelerin işleyişine ve idari sistemine ne gibi katkıları olabilir? Beklentileriniz nelerdir?

Polat: Hâkimlerin, savcıların yanına daha çok gidip gelmeleri gerekir. Örneğin ben dosyada eksik evrak oldu mu, evrakı avukattan telefonla isteyebiliyorum. Aynı şekilde avukatı yoksa vatandaştan isteyebiliyorum. Avukatların veya vatandaşların da dava açmadan önce kafalarına takılan bir soruyu mutlaka gelip sormaları gerekiyor. Çünkü dava dilekçesi dosyaya girdi mi, dava açıldı mı artık çok geç oluyor. Yani bir yanlış yapılmışsa düzeltilemiyor. Bunun da hak kaybına kadar çok ağır sonuçları olabiliyor. Oysa sorulsa bu sorunlar hiç yaşanmayacak. Mesela kendi yargı kolum olan idari yargı için söylüyorum. Dava açılırken tanık dinletme talepleri olabiliyor. Oysa idari yargıda tanık dinletme müessesesi yok. Kafalarına takılan hususları sorsalar böyle bir sorun yaşanmaz.

Şahsen ben sadece kendi alanım olan idari yargıyı bilirim. Diğer alanı çok bilmem. Asliye Ceza kendi alanını bilir, Ağır Ceza kendi alanını. Oysa avukatlar her alana girip çıktıkları için adliyelerin işleyişine ve idari sistemine daha çok hakimler. Dolayısıyla bizimle daha çok diyalog halinde olsalar biz de sorunlara vakıf olup sorunların çözümünde katkı sunabiliriz.

Hukukbook: Fiziken büyük adliye binalarının avantaj ve dezavantajlarını değerlendirebilir misiniz?

Polat: Adliyeler büyük olunca herkese yetecek kadar oda oluyor. Herkese yetecek kadar oda olması başka bir deyişle her hâkimin ve savcının tek oturması çok önemli. Çoğu adliyede herkes tek oturuyor ama bazı adliyelerde iki kişi hatta üç kişi oturmak zorunda kalınabiliyor. Tabi bu durum çalışma verimini de düşürüyor. Sırf bu yüzden bir meslektaşımızın istifa ettiğini biliyorum. İki üç kişi oturulan odalarda eskiden 10 dosya bakacakken bu oran günde 7-8 dosyaya kadar düşebiliyor. Çünkü odada telefonla konuşulduğunda bile insanın dikkati dağılabiliyor veya odadaki diğer kişiye misafir geldiğinde ister istemez sizin de çalışmaya ara vermeniz gerekebiliyor. Tersi de doğru. Size gelen biri odanızda oturan meslektaşınızın verimini düşürebiliyor.

Fiziken büyük adliyelerin hiçbir zaman dezavantajı olmaz, daima avantajı olur. Tabi bu konuda eskiye göre çok daha iyiyiz ama hala yetersiz adliyelerimiz var. Örneğin ben Aydın’da görev yapıyorum. Aydın deprem bölgesi. Ne yazık ki Aydın’daki binaların çoğu eski ve depreme dayanıksız. Adliye binası da oldukça eski. Bizim adliyemizin otoparkının çürük raporu var. Adliye de otoparkın üstüne kurulu. Adalet Bakanından randevu istiyoruz vermiyor. Biz de bu sorunu her platformda dile getiriyoruz ama sonuç yok. Yeni adliye binası için temel atma çalışmaları yapıldı fakat o da fay hattının üzerinde. Aldığım duyuma göre zemininden su, gaz gibi şeyler çıkmış, inşaat durmuş. Bu duruma acilen bir çözüm bulunması gerekiyor. Allah’a emanet yaşıyoruz.

Hukukbook: OECD ve Avrupa Konseyi ülkeleri ile kıyasladığımızda hükümlü ve tutuklu sayısında nüfusa oranla rekorlar kırıyoruz. Cezaevlerinin aşırı kalabalıklaşmasına dönük değerlendirmeniz var mı?

Polat: Katılmıyorum, Avrupa Birliğine uyum süreci içerisinde cezalar o kadar hafifleştirildi ve infaz rejimi değişikliğe uğratıldı ki neredeyse çoğu suçun yatarı hiç olmuyor. Hele bir de araya pandemi girdi diye çoğu suça af geldi. Bence bir toplumu ayakta tutan şey, cezaların ağırlığı ve infaz rejiminin yeterli olmasıdır. Çünkü her afta bir suçlu affediliyorsa, bir mağdur cezalandırılmış oluyor. Zaten istatistiklere bakıldığında hapisten çıkanların bir kısmının tekrar suç işlediği görülüyor.

Ben bir vatandaş olarak sabah dışarı çıktığım zaman başıma bir iş gelmeden gün ağarana kadar özgürce dolaşabilmeyi istiyorum. Aynı şey aile bireylerim için de geçerli. Dünyanın hiçbir yerinde bu gün böyle bir şey mümkün değilse bu cezaların ve infaz rejiminin yetersiz oluşundan kaynaklanmaktadır. Benim devletten beklentim suç işlenmeyen bir toplumda yaşamak ve yaşatılmaktır. Af gibi herkesi ilgilendiren konularda referandum yapılmalı. Evet çıkarsa eyvallah ama hayır çıkma olasılığı da var.

Göçmenler konusunda da referandum yapılabilirdi. Kısaca toplumun genelini ilgilendiren her konuda referandum yapılabilirdi. Artık teknoloji çok gelişti. Bu tarz referendumlar teknolojik imkanlarla çok rahat yapılabiliyor.

Hukukbook: Ceza ve tutukevlerindeki hasta, yaşlı, çocuk ve engelli sayıları hakkında takip yapıyor musunuz? Uluslararası standart normlar uygulanıyor mu?

Polat: Yapamıyoruz çünkü istediğimiz bilgi ve belgeleri temin edemiyoruz. Ancak dediğim gibi suç işleyen kim olursa, olsun cezalandırılmalıdır. Bir kişinin engelli, hasta, yaşlı veya çocuk olması işlediği suçun cezasını çekmesine engel olmamalı. Avukatlık dönemimden biliyorum çocuk bir müvekkilimin 20 suç kaydı vardı. Benden çok adliyeye gidip geliyordu. Ama mevzuat gereği bir türlü tutuklanmıyordu. Tabi çocuk bunu bildiği için sürekli suç işleyip insanları mağdur ediyordu. Toplumun menfaatleri bireyin menfaatlerinden daha ön planda tutulmalı. Ancak bir kişi suç işledikten sonra hastalanırsa örneğin kanser olursa daha farklı bir muameleye tabi tutulmalı ki zaten mevcut infaz rejiminde de bu yönde düzenlemeler mevcut. Keza hükümlü veya tutukluların çocukları, bakacak kimseleri de yoksa ayrı değerlendirilmeli. Çocuklarımız bizim veli nimetimiz, geleceğimiz. Mümkün olduğunca cezaevi şartlarından uzak tutulmaları gerekir.

Tabi nihayetinde bu tarz verilere ulaşabilirsek daha sağlıklı değerlendirmelerde bulunabiliriz.

Hukukbook: Türk yargı sisteminde, Suç ve Ceza hukukunun amaçladığı iki temel anlayıştan, caydırıcılık mı yoksa ıslah edicilik mi ön plandadır? İstatistiklere bakıldığında caydırıcılığın olmadığı, cezaevine daha önce girmiş kişilerin suç işleme oranının sabıkası olmayan kişilere göre daha yüksek olduğu biliniyor. Bu konuda istatistiklere sahip misiniz? Aynı bağlamda, suç işlediği için hapse giren insanların topluma yeniden kazandırılması için infaz sistemimiz yeterli mi? Ceza adalet sistemimizin ıslah edici özelliği var mı?

Polat: Şu an için cezaların önleyici bir etkisi yok. Önleyici etki demek mevcut yasalarda yapılan değişikliklerle suç oranlarının düşürülmesi demektir. Oysa bizdeki suç oranlarına bakıldığında suçlarda sürekli bir artış olduğu gözleniyor. Çünkü cezalar ağır değil ve infaz rejimi yetersiz. Bu nedenle cezaların önleyici etkisinden de bahsetmek mümkün değil. Daha önce belirttiğim gibi bir toplumu ayakta tutan şey cezaların ağırlığı ve infaz rejiminin yeterli olmasıdır. Aksi takdirde toplum çöker, Devlet ayakta duramaz.

Bir örnekle açıklamak gerekirse kadınlara yönelik şiddet veya cinayet olaylarına verilen cezalar ağırlaştırılsa bu tarz olayların önüne geçilebilir. Bunu kim istemez? Ancak her gün benzer olayların yaşanması cezaların önleyici etkisinin olmadığını gösteriyor.

Başka bir örnekle açıklamak gerekirse 1 kişiyi öldürmenin cezası ömür boyu ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır. 10 kişiyi öldürmenin cezası da ömür boyu ağırlaştırılmış müebbettir. 100 kişiyi öldürmenin cezası da ömür boyu ağırlaştırılmış müebbettir. 1000 kişiyi öldürmenin cezası da. Bir noktadan sonra fazladan öldürülen 999 kişi için cezanın etkisizleştiğinden söz edebiliriz. Çünkü insan ömrü ortalama 80 yıl. Yani kişi işlemiş olduğu 999 cinayet yönünden cezalandırılmamış oluyor. Başka bir deyişle 999 kişi boşuna ölmüş oluyor. Kaldı ki ömür boyu müebbette de zaten ömür boyu ceza evinde kalınmıyor. Mevcut infaz rejimine göre 20-25 yıl sonra hapisten çıkılabiliyor.

Hükümlüler zaten içeride fazla kalmıyorlar. Dolayısıyla cezaların ıslah edicilik etkisinden bahsetmek mümkün değil. Topluma kazandırılacak zamanları da olmuyor. Tabi böyle olunca topluma entegre olamıyorlar. Dolayısıyla tekrar suç işleme eğiliminde olabiliyorlar.

Hukukbook: Türkiye’deki dava, soruşturma ve icra dosyası sayıları ile mahkûm ve tutuklu sayılarını dikkate aldığınızda bütün problemlerin adliyeye intikal etmesini ya da bu kadar yüksek sayıda hukuki problemin adliyeye gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Adlileşmede esas kaynak neresidir? Ne gibi bir çözüm öneriniz var? Yargı sistemi önüne gelen dosyaları bitiremediği için mi sayı sürekli artıyor yoksa toplumun yaşadığı sosyal, ekonomik, siyasi buhranların sonucunda mı bu sonuç doğuyor? Karar vericilere ve kamuoyuna ne söylemek istersiniz?

Polat: Ekonominin kötü olduğu bir gerçek. Ancak bunun temel nedeni Rusya-Ukrayna savaşı ve İsrail-Filistin savaşıdır. Ekonomi politikalarının da gözden geçirilmesi gerekiyor. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle benzin fiyatları çok artınca buna paralel olarak her şeyin fiyatı da arttı. Tabi ekonominin kötü olmasında fırsatçıların rolü de var. Devlet olarak fırsatçılara karşı yeterli önlemleri alabilmiş değiliz. Bu önlemler de etkili bir şekilde alınırsa ekonomik olarak daha iyi bir noktaya gelebiliriz. Tabi serbest piyasa ekonomisi şartlarını da gözetmek gerekiyor. Biz de bu ve benzeri nedenlerle işte böyle bir ortamda eriyen hâkim ve savcı maaşlarının arttırılmasını istemek zorunda kaldık.

Ekonominin iyi gitmemesi yargı harçlarını da olumsuz etkiledi. Bu gün Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmak için 3.500 küsür TL parayı ödemeniz gerekiyor. Diğer mahkeme harçları da aşağı kalır değil. Tabi yargı harçları Mahkemeye erişim hakkını engelleyecek boyuta ulaşmamalı.

Savaşların bitmesi halinde veya doğru ekonomi politikalarıyla ekonomi düzelir fakat savaşlarda ne yazık ki bitecek gibi değil. Dolayısıyla doğru ekonomi politikalarının izlenmesi daha makul bir yol gibi gözüküyor.

Dosya sayılarını azaltmak için daha fazla suç ve dava uzlaşma ve arabuluculuk kapsamına alındı. Buna rağmen dosya sayıları istenilen düzeye inmedi. Neden çünkü nüfus hızla artıyor. Hâkim, savcı sayısının arttırılması geçici bir çözüm olabilir ancak kalıcı bir çözüm için yerli yasaların yapılması şart.

Hukukbook: Önceki sorularımıza yanıt verirken de yerli ve milli yasalardan bahsetmiştiniz. Tüm yasalarımızı milli meclisimiz yazıyor; kararnameleri, tüzükleri ve yönetmelikleri de milli kurumlarımız yaptığına göre bu söyleminizi açmanızı rica edeceğiz.

Polat: TBMM’nin kabul ettiği her kanun, tüzük, yönetmelik milli değildir. Örneğin Türk Ceza Kanunu 1926 yılında, 1889 tarihli İtalyan Zanardelli Yasası esas alınarak hazırlanarak TBMM’de kabul edilen ceza kanunudur. Ondan sonra birçok değişikliğe uğramış olmasına rağmen temeli yine İtalyan Ceza Kanunudur. Bize uymuyor çünkü bir örnekle açıklamak gerekirse yine Avukatlık döneminde CMK’dan girdiğim bir davada 5 kardeşten birisi olan ve yaşı küçük olan müvekkilim evden kaçmıştı. Polisler yakalayıp neden kaçtın diye sorduklarında: ‘babam bana terlik fırlattı çok korktum o yüzden kaçtım’ demişti. Öyle deyince baba hakkında Asliye Ceza Mahkemesinde dava açılmıştı. Ben bu duruma çok şaşırmıştım. Çünkü çocukken hepimiz annemizden, babamızdan dayak yemişizdir. Ancak terlik silahtan sayıldığı ve alt soya karşı işlendiği için suçun takibi şikâyete bağlı değilmiş. İşin kötü tarafı 5 kardeşin tamamı 18 yaşından küçük. Anneleri vefat etmiş, babaları tek başına bakıyor çocuklara. Babanın basit bir suçtan sabıkası var. Mahkemeye çıktık, o zamanki mevzuata göre babanın hapse, çocukların Çocuk Esirgeme Kurumu’na gitme riskleri doğunca ben çocuğun avukatı olmama rağmen babanın beraatini istemek zorunda kaldım. Çocuk zaten hiç şikâyetçi değildi ama ifadesinde babasının terlik fırlattığı beyanında bulunduğu için TCK’nın ilgili maddesi uyarınca re’sen dava açılmıştı. Sonuç olarak baba hapse, çocuklar Çocuk Esirgeme Kurumu’na gitti. Bir ailenin yok oluşuna tanıklık ettim. O zaman anladım ki bu yasalar bize hiç uymuyor. Zira vicdan, adalet, hakkaniyet çocukların Çocuk Esirgeme Kurumu’na gitmemesi için babanın beraat etmesi gerektiği yönündeydi.

Mesela idari yargıda dava açma süresi 60 gün, neden 61 gün değil veya 59 gün değil? Bilimsel veya mantıksal hiçbir açıklaması yok. Çünkü Fransızlar kendi iç dinamiklerine göre öyle takdir etmiş. Örneğin Fransada ilk kanun çıktığı zaman vatandaşların taşradan merkeze gelme süreleri 50 gün ise 10 günde dava açma süresi bırakmışlar. Veya başka bir nedenle yine belirli bir mantık çerçevesinde dönemin koşullarına göre bu süre belirlenmiş ama Fransız toplumu bu süreyi kendi iç dinamiklerine göre belirlemiş. Keza tutuklulukla ilgili prosedürü de İtalyanlardan almışız ama dediğim gibi bu koşullar İtalyan toplumu için geçerli koşullar. Örneğin İtalya’da kız kaçırma olayının olduğunu zannetmiyorum. Onlardaki bir şeyde bizde olmayabilir.

Aynı şekilde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru süresi 30 gün olarak belirlenmiş. Neye göre, kime göre belirlenmiş? Bu süre AİHM’de 4 ay. 30 günlük süre çok az. AYM’ye eksik belgeyle başvursanız belki davanız reddedilecek. Siz bir kurumdan eksik olan belgeyi isteseniz zaten tebligatlarıyla birlikte 40-50 günde ancak temin edersiniz. 30 günlük süreyi belirlerken 80 yaşındaki insanı da gözetmek lazım 15 yaşındaki çocuğu da.

Ben bu kanunlara kopyala yapıştır kanunu diyorum. Çünkü birçok kanunu yabancılardan kopyalayıp, kendi mevzuatımıza yapıştırmışız ama ölçüleri bedenimize uymamış.

Hukukbook: İlan edilen yargı etiği belgelerinin kâğıt üstünde kaldığını düşünüyor musunuz? Kamu Görevlileri Etik İlkelerinden başlayarak, kolluk, avukatlar, yargıçlar, savcılar, noterler, adliye personeli, bilirkişiler, uzlaştırmacılar, arabulucular, infaz kurumları personeline kadar yargı sistemine bütünlükçü bir yaklaşımla, etik ilkelerin egemen olması için neler yapılmalı?

Polat: Eskiden toplum kitaplarla eğitiliyordu. Artık ne yazık ki kimse kitap okumuyor. Şimdi herkes görsel, işitsel ve sosyal medyayı takip ediyor. Oradakileri örnek alıyor. Bu yüzden sosyal medya platformlarından bilinçlendirme yapılabilir veya medya, sinema filmi, tiyatro gibi etkinlikler daha etkili olabilir. Özellikle kamuoyunca bilinen dizilerde bu tür mesajlar verilebilir. Toplum bilinçlendirilebilir. Sosyal medyada mesaj vermek için oldukça etkili bir platform. Tasvip etmiyoruz ama zamana ve teknolojiye de ayak uydurmak gerekiyor.

Hukukbook: Bizim soramadığımız ama sizin söylemek istedikleriniz varsa lütfen buyurunuz.

Polat: Anayasa değişikliğinde Hakimler ve Savcılar Kurulu kararlarına karşı yargı yolu mutlaka açılmalı. Vatandaşlar her türlü hukuki sorunları için hukuki yardım almalı. Hem vatandaşlar hem avukatlar 7 gün 24 saat yanımıza gelebilirler. Sosyal medya mahkemeleri kapatılmalı.

Daha adil ve daha hızlı yargılamalar için yerli ve milli yasalar yapılmalı. Cezalar ağırlaştırılmalı, infaz rejimi düzeltilmeli. Suçsuz bir toplumda yaşamak her bireyin hakkı.

Özellikle son yaptığımız ‘Yargıda Liyakatin Arttırılması Projesi’ne çok önem veriyoruz. Bu proje ulaşabildiğimiz 15-20.000 hâkim ve savcı meslektaşımızın çoğunluğunun görüşü doğrultusunda hazırlandı. Bu proje hayata geçirilirse yargı hiç olmadığı kadar hızlı ve hata payı daha az kararlar verebilecek. Bu projeyi şimdilik Cumhurbaşkanlığı’na gönderdik. Dikkate alınmaması halinde kendimiz hayata geçireceğiz. Proje tamamlandığında sadece hâkimler ve savcılar değerlendirme yapabilecek ama ileriki aşamalarda Avukatları ve vatandaşları da sisteme dahil edeceğiz.

Görüldüğü üzere Dernek olarak sadece hâkim ve savcı haklarıyla ilgili değil, tüm yargıyı iyileştirecek, vatandaşların ve Avukatların derdine derman olabilecek projeler üzerinde de çalışıyoruz.

Son olarak tek bir vatanımız var. Bu güzel vatanı atalarımız bize nice zorluklarla bıraktı. Kıymetini bilelim. Çünkü bu vatan bize emanet. Biz de çocuklarımıza güzel bir şekilde bırakmalıyız. Hukukbook: İçten cevaplarınız için okurlarımız adına teşekkür ederiz.

Kaynak Linki : Hukukbook

Hakkında Hakim Mustafa POLAT

1982 yılında Erzurumda dünyaya geldi. Aslen Erzurumlu olup, evli ve iki çocuk babasıdır. 2010 yılında Avukat olarak göreve başladı. Avukatlık döneminde kamuoyunda 28 Şubat davası olarak bilinen davada mağdur vekili olarak aktif bir şekilde görev aldı. Nazlı Ilıcak tarafından hedef alındı. (https://www.sabah.com.tr/yazarlar/ilicak/2013/09/27/demirel-hakkinda-suc-duyurusu). Kamuoyunda 17-25 aralık darbe girişimi olarak bilinen süreçte, FETÖ’cülerle etkin bir şekilde mücadele etti. (https://www.yenisafak.com/gundem/her-vatandas-suc-duyurusu-yapabilir-599451). 2016 yılında İdari Yargıç olarak atandı. 2018 yılında Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması üzerine yüksek lisans yaptı. İngilizce bilmektedir. Sırasıyla Kastamonu, Batman İdare Mahkemelerinde görev yaptı. Şuan halen Aydın İdare Mahkemesinde görevini sürdürmektedir.

Kontrol Et

“Yol verme” tartışmasında hakimin otomobilini durdurup saldırdılar-NTV

Mardin’de görevli bir hakim ile trafikte seyir halindeyken yol isteyen 3 kişi arasında tartışma çıktı. …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Araç çubuğuna atla